Bu konuyu kısaca ve özlüce, delilli olarak, Âyet-i Kerîmeler ve Hadîsler ile açıklayalım. Can bedende olduğu ve güneş de doğudan doğmaya devam ettiği sürece Allah, tevbe edildiğinde bütün günahları mağfiret eder.
Allah şirki ve küfrü, âhirette affetmez; tevbe edildiğinde dünyada affeder.
Dünyada, "şartlarını muhtevî bir tevbe olması durumunda" yani günahı terk edip, işlenen günahtan dolayı üzülüp, pişman olup, içtenlikle ve bir daha o günaha dönmeme kararlılığında gerçekleştirilen bir tevbe ile affedilmeyecek bir günah yoktur. Çünkü Allah, bütün günahları affeder. Tevbe etmeden ölen mü'minlerin durumu ise Allah'a kalmıştır; dilerse affeder, dilerse azabeder. “Günah işleyeyim de sonra tevbe ederim" düşüncesinden sakınmak gerekir! Bu düşünce, şeytanın bir vesvesesi ve aldatmasıdır. Şeytan, insana bu düşünce yapısını benimsetmekle, onun günahkâr olarak ölüp, azap edilmesini istemektedir. Fakat Allah dilerse bu kimseleri de affeder tabii ki. Sonuçta bize düşen şey; bütün günahlarımızdan dolayı tevbe etmek ve ibâdetlerimizi, hayır ve hasenâtlarımızı artırmaktır. Allah, işlediğimiz büyük-küçük günahlar hakkında ne dilerse o olur.
"De ki: 'Ey nefisleri aleyhine (günahta) haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları mağfiret eder.' Muhakkak O, çok mağfiret edendir, rahmet edendir." (Zümer: 53)
Allah sadece müşrik ve kâfir olarak ölenleri affetmez. Bunun dışında dilediği kimselerin dilediği günahlarını affeder. Şirki de, tevbenin kabul zamanında yani can boğaza dayanmadan ve ümitsizlik ânında olmadan tevbe edildiğinde affeder.
"Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını (tevbe etmeden ölündüğünde) mağfiret etmez. Ondan başkasını (şirkin ve küfrün dışındaki günahları) da dilediğine bağışlar..." (Nisâ: 48, 116)
GÜNAH-TEVBE İLİŞKİSİ VE TEVBENİN ŞARTLARI:
Bu konuyu kısaca ve özlüce, delilli olarak, Âyet-i Kerîmeler ve Hadîsler ile açıklayalım.
Can bedende olduğu ve güneş de doğudan doğmaya devam ettiği sürece Allah, tevbe edildiğinde bütün günahları mağfiret eder.
Allah şirki ve küfrü, âhirette affetmez; tevbe edildiğinde dünyada affeder.
Dünyada, "şartlarını muhtevî bir tevbe olması durumunda" yani günahı terk edip, işlenen günahtan dolayı üzülüp, pişman olup, içtenlikle ve bir daha o günaha dönmeme kararlılığında gerçekleştirilen bir tevbe ile affedilmeyecek bir günah yoktur. Çünkü Allah, bütün günahları affeder. Tevbe etmeden ölen mü'minlerin durumu ise Allah'a kalmıştır; dilerse affeder, dilerse azabeder. “Günah işleyeyim de sonra tevbe ederim" düşüncesinden sakınmak gerekir! Bu düşünce, şeytanın bir vesvesesi ve aldatmasıdır. Şeytan, insana bu düşünce yapısını benimsetmekle, onun günahkâr olarak ölüp, azap edilmesini istemektedir. Fakat Allah dilerse bu kimseleri de affeder tabii ki. Sonuçta bize düşen şey; bütün günahlarımızdan dolayı tevbe etmek ve ibâdetlerimizi, hayır ve hasenâtlarımızı artırmaktır. Allah, işlediğimiz büyük-küçük günahlar hakkında ne dilerse o olur.
"De ki: 'Ey nefisleri aleyhine (günahta) haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları mağfiret eder.' Muhakkak O, çok mağfiret edendir, rahmet edendir."(Zümer: 53)
Allah sadece müşrik ve kâfir olarak ölenleri affetmez. Bunun dışında dilediği kimselerin dilediği günahlarını affeder. Şirki de, tevbenin kabul zamanında yani can boğaza dayanmadan ve ümitsizlik ânında olmadan tevbe edildiğinde affeder.
"Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını (tevbe etmeden ölündüğünde) mağfiret etmez. Ondan başkasını (şirkin ve küfrün dışındaki günahları) da dilediğine bağışlar..."(Nisâ: 48, 116)
“Şüphe yok ki, her kim Allah’a şirk koşarsa; muhakkak Allah ona cenneti haram kılar. Onun varacağı yer ise ateştir. Zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur.”(Mâide: 72)
“Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve babanın oğluna, oğlun babasına hiçbir fayda sağlayamayacağı o günden de korkun. Muhakkak ki Allah’ın va’di haktır. O halde dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan) da sakın sizi Allah ile aldatmasın.”(Lokman: 33)
Şeytan, insanı, Allah’ın imhâline yani kullarına, dünyada belli bir süre tanımasına, hilmine (cezalandırmada acele etmeyişine), rahmetine, mağfiretine, lütuf ve keremine güvendirerek aldatmak ister. “Sonra tevbe edersin, Allah affeder” der. Şeytan, insanı isyana sürüklerken, Allah’ın bağışlayıcılığı ve affı ile kandırmaya çalışır. (Bkz: Fâtır: 5) Böylece günahları kulun gözünde küçük göstermeye ve ona günahları işletmeye çalışır.
Rabbimiz, Yûsuf kıssasında, "şu günahı işleyelim, sonra tevbe ederiz ve sâlih kimseleriz oluruz" mantığındaki sözü şiddetle reddetmektedir. Bu söz, şeytandandır. "Şu günahı işle, sonra tevbe edersin" tarzındaki tüm duyguların kaynağı şeytandır.
Bakınız, Yüce Allah bu konuda ne buyuruyor:
"(Yûsuf'un kardeşleri şöyle demişlerdi: ) Yûsuf'u öldürün. Yahut onu bir yere atıverin. Babanız yalnız size yönelsin, yalnız sizi sevsin, bundan sonra da (tevbe eder) sâlih bir topluluk olursunuz."(Yûsuf: 9)
1- Allah, âhirette, şirkten başka her günahı bağışlar:
Bu noktada birkaç hususu zikredelim. Allah, âhirete iman ederek gitmiş kullarının tüm günahlarını -dilerse- bağışlar. Ancak şirk koşanları affetmez.
"Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirk'i) asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır."(Nisâ: 116)
2- Tevbenin kabulünün şartları:
Tevbenin kabul şartlarını tam taşımamız gerekir.
a)Allah'tan af dilemek: Yani işlenen günahtan dolayı pişman olmak, gözyaşı dökmek, içtenlikle üzülmek, bir daha günah işlememeye karar vermek. Günahın affı için Allah'tan başkasına sığınmamak.
b)Amelini ıslah etmek: Yani işlediği o günahı büsbütün terk etmek ve bir daha o günaha dönmemek.
Günah işlemeye devam ederek yapılan tevbe kabul olunmaz. Peygamberimiz:
"Günahından tevbe eden kimse, günah işlememiş kimse gibidir. Günah işlemeye devam ettiği halde, (dil ucuyla) Allah'tan bağışlanma dileyen kimse de sanki Rabbiyle alay eden kimse gibidir"(Beyhakî) buyurmuştur.(Ayrıca Bkz: İbn-i Mâce, Zühd, 30)
c)İşlediği günahı alenen işlemişse, o günahı terk ettiğini açıklamak: Başta küfür, şirk olmak üzere bir takım günahları işleyen kimse o amellerle ve sıfatlarla tanınacağı için, ıslah olduktan ya da hidâyet bulduktan sonra, geçmişteki günahını tamamen terk ettiğini beyan etmelidir ki, onu tanıyanlar kendisine fâsık ya da müşrik muamelesi yapmasınlar. Ve bilmeden fitneye neden olmasın!
Bu, bilinen yani insanların gözü önünde ve onlarla birlikte işlenen günahlar için geçerlidir. İnsanlarla içki içmek, kumar oynamak, zina etmek vb...
Gizli olan günahı ifşa etmek caiz değildir. Allah'ın gizlediği günahı gizlemek esastır. Gizli günahlardan dolayı, nasûh bir tevbe ile Allah'a yönelmek yeterlidir.
Bu anlatılan şartlar, şu âyette geçmektedir:
"Ancak tevbe edenler, (amellerini) ıslah edenler ve (gizledikleri gerçeği) açıklayanlar müstesna. Artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri çokça kabul edenim, çok rahmet edenim."(Bakara: 160)
3- Allah katında sâlih ameller, kötülüklere keffarettir:
Allah'ın emrettiği ameller, günahlara keffaret olduğu için, güzel amellerimizi artırmamız gerekir. Allah -dilerse- bazı ibâdetlerimiz sebebiyle, bazı günahlarımızı siler, affeder.
Bu konuda Rabbimiz bizlere dosdoğru namaz kılmamızı emretmektedir. "Gündüzün iki tarafında, gecenin de birbirine yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenler için bir öğüttür."(Hûd: 114)
Günahlarının affedilmesi hususunda samimi olan bir mü'minin yapacağı ilk iş, kendi sorumluluklarını yapmasıdır; ibâdetlerinde titizlik göstermesidir. Bu esnada yapılan tevbeler kabul edilir ve günahlar bağışlanır. Müslümanlar mutlaka namazlarını kılmalıdırlar. Hatta beş vakit namazı ikame etmelidirler... Yani namazlarını muhafaza etmeli, imkân oldukça cemaatle kılmalı, evinde, köyde, dağda, bağda, iş yerinde dahi olsa en az iki kişi olunca cemaatle namaz kılmalı, namazda ne okuduğunu bilmeli, namazda ve namazdan çıkınca Allah'ı zikretmekten gafil olmamalı, namazda Allah'a verdiği sözlerine günlük hayatta sadık kalmalı, namazda okuduklarına aykırı bir yaşam tarzını kabullenmemeli, hayatının en birinci program maddesinde namaz olmalı, günlük işlerini namaza göre ayarlamalı, âhireti düşünmeli, mahşer, hesap, mîzân, cennet ve cehennemi unutup dünyaya dalmamalı, Kur’ân ve vahiy ile içiçe bir hayat yaşamalı, gecesinde ve gündüzünde Kur’ân kıraati, tefekkürü, tedebbürü, tezekkürü bulunmalıdır. Bu şekilde hareket eden bir mü'min ibâdet etmekten, iyilik etmekten, kötülüklerden uzak durmaktan, Allah'ın rızâsını kazanmaktan başka bir şey düşünmez hale gelir. Bu hâlet-i rûhiyede yapılan ibâdetlerde manevi bir atmosfer vardır ve tevbeler de içtendir. Bu istikâmette atılacak her adıma da Allah güç verir ve o kulun birine bin katar, inşâAllah.
Hûd: 114. Âyetin son cümlesinde de buyrulduğu gibi, Allah'ın Âyetleri, iyi düşünebilenler (zâkirûn) için bir öğüt (zikrâ) ve "hatırlatma"dır.