Muhtelif Konularda
KISA KISA…
1 ♦ "Allah'ın yarattığı ilk şey akıldır" sözü hakkında!..
أوَّلُ مَا خَلَقَ اللهُ الْعَقْلُ
"Allah'ın yarattığı ilk şey akıldır" Hadîsi, bâtıl ve uydurma bir sözdür." (Mecmûu'l Fetâvâ, C: 1, S: 244)
İbn-i Teymiyye, أوَّل kelimesinin, أوَّلَ biçiminde zarfiyyet üzere mensûb olduğunu söylemiştir. Bu durumda anlam; “Allah’ın yarattığı şeylerin evvelinde akıl vardır” ya da "akıl, Allah'ın yarattığı şeylerin evvelindedir" olur. (Aynı yer).
2 ♦ Saîd b. Cübeyr'den rivâyete göre, o şöyle demiştir:
"Kim namazı kasıtlı olarak (taammuden) terk ederse kâfir olur.
Kim Ramazan'dan bir gün kasden oruç yerse kâfir olur.
Kim Haccı kasden terk ederse kâfir olur.
Kim de zekât (vermey)i kasden terk ederse kâfir olur."
(Şerhu Usûli İ'tikâdi Ehli's Sünne, İmam el-Lalekâî, Tahrîc: M. Abdüsselâm Şahîn, Dâru'l Kütübi'l İlmiyye, Beyrût-1423H, C: 1, S: 471)
3 ♦ Bakara Sûresinin tam ortasında hangi Âyet vardır?
Bakara Sûresi 286 Âyettir. Bakara Sûresinin tam ortasında yani 143. Âyetinde Rabbimiz: "İşte böylece Biz sizi vasat (orta) bir ümmet kıldık..." buyurmaktadır.
İslâm; vasat yani adaleti esas alan, en hayırlı, dengeli ve denge unsuru, fıtrata uygun, fıtratın değerleriyle çatışmayan, aşırılıktan, şiddet ve sapkınlıktan uzak, şirki ve küfrü reddeden, Tevhîd akîdesine ve Nebevî ahlâka dayanan İlâhî bir dindir.
4 ♦ Allah'a, hem korku hem de ümit halinde dua edilmelidir:
"... (Mü'minler) Rabblerine korkarak ve ümit ederek dua ederler..." (Secde: 16)
"... O'na korkarak ve umarak dua (ve itaat) edin..." (A'râf: 56)
"O'na korkarak ve umarak dua (ve itaat) edin... Böyle yapınız ve hem korku, hem ümit halinde Rabbinize dua ediniz. Korku halinde ümidi, ümit halinde korkuyu bırakmayarak, daima ikisinin denklik noktasını gözeterek dua etmelidir. Çünkü Allah hem celâl sahibi, hem ikram sahibidir. Âlemde Allah'ın emri altında gece ve gündüz nasıl birbirleriyle yarış ederek gidiyorlarsa, korku ve ümit de öyledir. Bu iki ruh hâleti insanın mânevî yolda ilerlemesi (seyr-ü sülûkü)nde iki kanat gibidir. Hangisi atılsa insan yaralı bir kuş gibi uçmaktan mahrum kalır." (Elmalılı M. Hamdi Yazır, A'râf: 56. Âyetin Tefsîri)
5 ♦ Bir meseleyi özetlemek için ilim gerektiği gibi; onu açmak (şerh etmek) için de ilim gerekir.
6 ♦ Konuşulanları dinlemeyen ya da konuşanın fikirlerine önyargılı olan bir kimse, konuşanın gerçek düşüncelerini hiçbir zaman -tam olarak- bilemez!
7 ♦ Kimi, delile göre konuşur; kimi de, önce konuşur sonra konuştuğuna delil getirmeye çalışır. Olması gereken ilkidir.
8 ♦ Sad bin Bilal rahımehullâh şöyle demiştir:
Kul günah işlerken dahi Allah ondan 4 nimetini esirgemez.
Bunlar şunlardır:
1. Rızkını kesmez.
2. Sağlığını bozmaz.
3. Günahını açığa vurmaz.
4. Onu hemen cezalandırmaz.
(Erdem Yolcusuna Uyarılar, İbn Hacer el-Askalani, İlke Yayıncılık, S: 47, 48)
9 ♦ Her davranışınız esnasında, Allah için mi yoksa nefsiniz için mi hareket ettiğinize dikkat edin!
Nefsin aldatıcı talepleri karşısında, mü'minin takınacağı tavır; Allah ve Rasûlünün râzı olduğu yoldan başkasına rızâ göstermemektir.
Sâlih Müslüman; içinden gelen nefsânî istek ve dürtüler karşısında, Allah'ın rızâsına uygun hareket etmeyi her şeyden daha sevimli görendir.
Takvâ sahipleri, nefsin gayrimeşru arzularını ve aldatıcı isteklerini "zehir", Allah ve Rasûlünün râzı olduğu amelleri ise "bal" gibi görür ve sâlih amellerden aldığı hazzı hiçbir şeyden alamaz.
Sâlih amel ile sâlih olmayan amel arasında çoğu zaman ancak basiret sahiplerinin fark edebileceği ince nüanslar vardır.
Bir Müslümanın, Allah ve Rasûlünün emri olarak yaptığı bir amelin sâlih (iyi, güzel) amel olması için, kalbinin de sâlih olması gerekir.
10 ♦ Beş kişiyle arkadaşlık yapmaktan sakının!
1- Yalancıyla,
2- Arkadaşlık yaptığını küçük düşüren ahmak ve anlayışsız kişiyle,
3- Cimriyle,
4- Kendisine ihtiyacın olduğunda (ihtiyacını karşılamayıp) seni mahcup edecek mürüvvetsiz kimseyle,
5- Seni bir lokmaya satacak (dünya malına düşkün, menfaatçi) huyu bozuk kimseyle. ALLAH İÇİN İNFÂK EDEMEYENİN KENDİSİNE HAYRI OLMAZ Kİ, BAŞKALARINA FAYDASI DOKUNSUN!
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı ile…
Bizleri yoktan yaratan ve sayılamayacak kadar nimetler ihsân eden Yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar ve şükürler olsun. Gönderdiği tüm peygamberlerine ve o peygamberlere iman edip hakka teslim olan -bidâyetten nihâyete- tüm İslâm ümmetlerine salât-ü selâm olsun. Allah, tüm mü’min kardeşlerimizden râzı olsun.
Uzunca bir giriş yapmadan konumuza direkt girmek istiyoruz. Konumuz; “İnfâk Bilincini Kuşanmak” ya da “İnfâk Bilinci”dir.
Konunun daha iyi anlaşılması için bazı örnekler ve kişisel söylemler üzerinden gidelim...
"Durumum iyi olursa, şu ya da bu imkânlara kavuşursam, Allah yolunda infâk edeceğim ve sâlihlerden olacağım" diyenlerin bu sözü koca bir yalandır. Kendilerini ve başkalarını aldatmaktır! Ama şunu bilmelidir ki, insan kendisini de başkalarını da avutsa veya aldatsa Allah'ı asla aldatamaz!
İslâm, "durumum iyi olursa infâk edeceğim" dini değildir. İslâm, yarım hurma ile de olsa cehennemden korunmak için infâk dinidir. Peygamberimiz: "Yarım hurma ile de olsa, cehennem ateşinden korunun. Bunu da bulamayan güzel bir sözle ateşten korunsun" (Buhârî, Edeb, 34) buyurmuştur.
Ey elindekilerin farkına varmayanlar! Siz, elinizdeki bir çuval hurmayı az bulup on çuval olmasını beklerken, belki nice din kardeşleriniz bir tek hurmaya bile sahip olmayabilirler. Siz, borç ödemeyi, ondan sonra infâk etmeyi beklerken belki de infâk etmeye ömrünüz yetmeyecektir! Allah’a hamd, O’nun Rasûlüne, Ehl-i Beytine, Ashâbına, Hz. Âdem ve Hz. Muhammed aleyhimesselâm arasında gelmiş geçmiş tüm peygamberlere salavâtullâhi ve selâmuhu aleyhim ecmeîn, onların ümmetlerine ve kıyâmete kadar gelecek olan Muhammed Ümmetine salât-ü selâm olsun…
Sesli düşünce, Allah için tefekkür...
İnsanın hası, insanları bizzat kendisi tanıyandır. Özellikle câhiliyye toplumlarında başkalarının lafıyla hareket eden; ağasının paşasının, babasının, amcasının, kendi hizbinin iyi dediğine iyi, kötü dediğine kötü diyen ya da iyi dedikleri zaman iyi, kötü dedikleri zaman kötü bilen bir kimse rüşd sahibi değildir. İlki nefsine mağlup olandır, ikincisi ise başkasının aklıyla hareket edendir.
İnsanların kalitesinin tespitinde en önemli kilometre taşlarından birisi şudur: Bir kimseyle aranızda olumsuz bir diyalog geçtiğinde; şayet o kimse size tavır koyuyorsa, onunla birlikte o kimsenin yakınları da tavır koyuyorsa, aranızda tatsızlık geçmediği halde tavır koyan kimsenin nefsî zaafı, ilk tavır koyandan daha büyüktür. Bu kıssada böyle davranan kimselerle, -onlar bu nefsânî davranışlardan tevbe edip, vazgeçmedikleri sürece- dostluk ilişkisine girmemeniz gerektiğine dair ibretler vardır. İnsan bu dünyada imtihan olmaktadır. İnsanların kişilik zaafları ve nefsanî davranışları genelde ikili ilişkilerde ortaya çıkmaktadır. Şu bir gerçektir ki, Müslüman, herkesle meşru dairede güzel geçinir ama önüne gelen herkesle dost olmaz, samimiyet kurmaz. Dostluğun, mânevî bir bedeli vardır; menfaat ilişkileri, kişilik uyumları ve ortak hedeflerin olması dostluğun belirleyici kıstasları değildir. Bunlarda ya dünyevî bir çıkar ya da nefsânî bir zevk vardır. Gerçek dostluk; Allah yolunda hak üzerinde fedakârlık ve ferâgat yönünden önde olabilmektir. İki dost arasında mânevî güzelliklerin ihyası yönünden yarış vardır. İyilik yolunda sessiz kalmak, fedakârlık yapılacağında sesin titremesi, bir garibanın derdiyle dertlenileceğinde yüzün buruşması, söylenen hakikat aleyhine olunca sinirlenip, öfkelenmek, kibirlenip, tepkiselleşmek, arkadan da gıybet ve sû-i zan yapmak asla yoktur. Hakkın sesi en tatlı sestir. Her sesin, her nefesin ve her nefsin üzerinde hakkın sesi vardır. Hakkı yüceltmek, nefsi dizginlemek için olmalıdır. Hakk Teâlâ'nın rızasını gözetmek hakkın tarafında olmayı gerektir. Velev ki, nefsin aleyhine de olsa!.. Velev ki, sevdiklerimizin aleyhine de olsa!.. Rabbim, hepimize bu şuuru kazandırsın. İçten duamıza "Âmîn" diyoruz. Rahmân ve Rahîm Allah'ın adı ile.
Âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahîm olan Allah'a hamd olsun. O'nun Rasûlü Hz. Muhammed aleyhisselâm'a salât ve selâm olsun. Rabbimiz, gelmiş geçmiş ve gelecek tüm mü'min kardeşlerimizden râzı olsun...
Böyle bir başlığa bazı insanlar “ama, ama” diyerek, bazı kimseleri sevmemek için kendilerince bahaneler üretebilirler. Ama unutmasınlar ki, her insanda ayıp ve kusur bulunur. Fakat Müslümanlar sadece kusurları görüp yazarsa; bugün ve gelecekte hatalardan başka ne okunur, ne konuşulur?
Her insan devamlı sûrette kusurlara odaklanırsa iyilikleri ve güzellikleri görebilir mi? Kusur arayan kişi, aradığından başkasını bulabilir mi? Kusursuz insan olabilir mu? İnsan, günah işleyen bir tür canlıdır. Önemli olan, günahta ısrar etmemek ve tevbe etmektir. Kötülükleri yazan meleğin vazifesine öykünürcesine, insanların günah sicillerini tutmak ve bunları dile getirmek hiçbir insanın görevi değildir. Hep siyahı gören kişi ne beyazı görür, ne diğer renkleri bilir. Hep menfî düşünen kimse kendisine karanlık bir yaşam alanı belirler ve aydınlık alanlardan uzak düşer. Pozitif olmak her insanın, husûsen de Müslümanın görevidir.
Hep olumsuz ve karamsar olunursa, negatif konuşulur ve yazılırsa, her yeni nesil geçmişine sövecektir ve onları lânetleyecektir! Kusurları ifşâ etmek de, lânetlemek de, kötülüğe vesile olmak da mü'minlerin sıfatları değildir!
Müslüman, din kardeşini hayırla anar, onun hakkında hüsn-ü zann'da bulunur, kusurlarını yayıp açıklamaz, onun affedilmesi için dua eder.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Onlardan (öncü Müslümanlardan) sonra (kıyâmete kadar) gelen (mü’min)ler şöyle der (dua eder)ler: 'Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin (en ufak bir kırgınlık ve nefret duygusu) bırakma! Rabbimiz, şüphesiz ki Sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.'" (Haşr: 10) “NASİHATLER 7” isimli yazımızda;
Magazin, nazar, “ameller niyetlere göredir” Hadîsinin açıklaması, şirk, gıybet-iftirâ, takvâ mescidleri-çarşılar, Tevhîd ve iman daveti karşısında “ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı gibi bakmak”, internet dünyası, okuma özürlüler, yedi yaşına geldiklerinde çocuklara namaz kılmayı öğretmenin gereği, Müslümanın hesaba çekileceği ilk amelinin namaz olduğu, hidâyet-doğruluk, Hz. Yûsuf’a atılan iftirânın reddi, tevbe etmeden ölenlerin şirk günahlarının asla affedilmeyeceği, başkalarının elindekilere bakıp kendini aşağı görme psikolojisinin yanlışlığına dair bir diyalog, geçmişte Müslümanlardan zuhûr eden kerâmetlerin ve hârikülâdeliklerin çokluğu ve hikmeti, “sihirbaz-râhib-çocuk” kıssası ve Ashâb-ı Uhdûd mevzuu, gömlek değiştirir gibi akîde değiştirmek, mü’mine hanımların ziynetlerini göstermeleri ile kendiliğinden görünmesinin anlam farkı, hayatın tartışma ve polemikler üzerine kurulu olmadığı, nefsin isteklerini tatmin uğrunda yaşarken Tevhîd’den uzak düşüp ömür sermayesini hebâ etme mevzuu, Bir Müslümanın, “imanlı olarak ve sevabını da yalnız Allah’tan bekleyerek” yaptığı sâlih amelinin asla küçümsenmemesi gerektiği, “tasavvuf” kelimesinin anlam ve kökeni, Hadîs nakleden kimsenin söylediği ve/veya yazdığı Hadîsi tahkîk edip kaynağını belirterek başkasına aktarmasının gerekliliği, “kopyala-yapıştır” yöntemiyle Hadîs nakledilemeyeceği, İsrâiliyyâtın üç kısım olması, çok ve boş konuşmayı terk etmeyi öğrenmenin bir takım ma’lûmatları öğrenmekten daha zor olduğunun beyanı, Firavun siyasetinin esasının, halkı sınıflara/tabakalara ayırıp, bir kısmını yüceltirken diğerlerini de alçaltıp ezmekten ibaret olduğu, Kur’ân’ın Sûreleri, cüzleri, hizbleri hakkında kısa notlar, Kur’ân’da 12 kez geçen: “Artık o gün yalanlayanların vay hâline!” İlâhî buyruğu hakkında açıklamalar, insanın, ya cömert ya savurgan ya da cimri olduğu meselesi, namaz kılarken bazı hayvanlara özgü davranışlardan sakınmak gerektiği, hikmet, en hayırlı ve en kötü insanın kimler olduğu, insanların “huy-kişilik-inanç ve davranış biçimleri” dünyada insan manzaralarının farklılığını ve çeşitliliğini oluşturduğu, teblîğ’in “hikmet” ve “güzel öğüt”le olması gerektiğinin beyanı, “Yûnus” ve “Yûsuf” isimlerinin altışar türlü söylenişlerinin olduğunun beyanı, gıybet hastalığının bir bakıma insan eti yeme vahşetine mübtelâ olmak gibi olduğu, her vesileyle nefis muhâsebesi yapmanın gerekliliği, “ümmet” kavramının anlamı ve kaça ayrıldığı, “hidâyet” kavramının anlamı ve kaça ayrıldığı, yiğitlik başlıkları olmak üzere 41 tane konuyu ele almaktayız.
Rabbim, bu mütevazı açıklamalarımızı, insanların okuyup, amel etmelerine, tefekkür edip âhiret azığına dönüştürmelerine, hidâyetlere ve imanların artmasına vesile kılsın. Sebep olduğu hayırlardan müsebbibini de müstefîd eylesin. Âmîn. Rahmân ve Rahîm olan Allah’a hamdederek söze başlıyoruz.
EY AKRABALAR!
ALLAH'IN EMRETTİĞİ GİBİ İMAN ETME ZAMANINIZ HÂLÂ GELMEDİ Mİ?
ANA-BABANIZA, BÜYÜKLERİNİZE KARŞI VEFÂ BORCUNUZU ONLARIN HİDÂYETİNE VESİLE OLARAK ÖDEYİNİZ.
BUNUN OLMASI İÇİN DE, ELBETTE SİZİN DE TEVHÎD EHLİ MÜ'MİNLER OLMANIZ GEREKİR.
ANA, BABA, OĞUL, KIZ, TORUN, DEDE, NİNE, KARDEŞ, BACI, AMCA, DAYI, TEYZE, HALA, YEĞEN VE DİĞER YAKINLARINIZIN CENNETE GİRMESİNİ Mİ İSTİYORSUNUZ?
O HALDE, ONLAR CENNET İÇİN ÇALIŞMIYORLARSA, SİZ ONLARI ŞİRK VE KÜFÜR UYKUSUNDAN UYANDIRMAYA ÇALIŞIN.
AMA İNSAN KENDİSİ UYANMADAN UYANDIRAMAZ!
ALLAH İÇİN, KENDİMİZE GELELİM. BU DÜNYANIN KURULDUĞU GÜNDEN KIYÂMETE KADAR EN ÖNEMLİ GÜNDEM MADDESİ HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ TEVHÎD'DİR. YANİ YALNIZCA ALLAH'A KULLUK ETMEK VE BAŞKALARINA TAPINMAMAK!
ÂHİRETTE DE TEVHÎD İNANCINI KABUL ETMİŞ KİMSELER KURTULUŞA ERECEK, TEVHÎD İNANCINI BÜTÜN OLARAK KABUL ETMEYEN MÜŞRİKLER İSE EBEDÎ AZABA MAHKÛM VE MECBÛR OLACAKLARDIR.
AMAN DİKKAT! • KÂİNATIN HER ZERRESİNDE ALLAH'IN İLÂHLIĞINI İKRÂR VE TASDÎK EDEN VE HÂL VEYA KÂL DİLLERİYLE BUNA ŞEHÂDET EDEN KEVNÎ BİR KORO VARDIR...
CANLI-CANSIZ TÜM VARLIKLAR VE MÜ'MİN KULLAR SADECE ALLAH'A KULLUK EDEREK BU İMAN KOROSUNA KATILIRLAR.
İSTİSNÂSIZ OLARAK, EVRENİN HER PARÇASINDA İLÂHÎ İMZALAR VARDIR. HAYATTA, ALLAH'TAN GÂFİL OLUNMAYA SEBEP OLACAK BİR BOŞLUK YA DA ALLAH'A KULLUKTAN ÇIKILMASI KÂBİL BİR BOŞ ALAN/SAHA ASLA YOKTUR.
ALLAH LAFZA-İ CELÂL'İ ÜZERİNDE DÜŞÜNELİM.
Allah الله Lafza-i Celâlinden hemzeyi kaldırsanız للهlillâh (Allah için) olur, lâm'ı kaldırsanız له lehu (O'nun için) olur, ikinci lâm'ı da kaldırsanız ه (O) olur. Yani O, hep vardı, vardır... Ve bizi var edendir...
الله < لله < له < ه / هو
Yani Allah hayatın tek ve gerçek hâkimidir. O'nu yarattığı evrenden dışlamak, O'nun sözünü geçersiz kılmak, O'nu yok saymak ve O'nsuz bir hayat yaşayarak huzur bulmak mümkün değildir. O'nu hesaba katmadan kurulan tüm hayaller boş hayallerdir; O'nsuz istikbâl projeleri başarısızlığa ve hüsrâna mahkûmdur. İngiltere’nin eski başbakanlarından William Ewart Gladstone’un (ö. 1898) Lordlar Kamarasında pervâsızca sarf ettiği şu sözü, Batı dünyasının İslâm’a ve Müslümanlara bakış açısını anlamak bakımından ibretli bir misaldir:
“Kur’ân, Müslümanların elinde oldukça, onlara kesin olarak galip gelmemiz imkânsızdır. Ya bu Kur’ân’ı Müslümanların elinden almalıyız, ya da onları Kur’ân’dan soğutmalıyız!”
İslâm'a ve Osmanlı'ya düşmanlığıyla bilinen İngiliz politikacı Gladstone, Müslümanları haçlı seferleriyle asırlardır mağlup edememelerinin sebebini çok iyi tespit etmiş ve Lordlar Kamarası'nda kürsüye çıkıp, sözü hiç uzatmadan: "Efendiler! Müslümanları Allah'ın Kitâbı dedikleri şu Kur'ân'dan koparamazsak onları hiçbir zaman asla mağlup edemeyiz" diyerek, Müslümanlara birlik ve dirlik veren şeyin Kur'ân'a tâbi olmaları olduğuna dikkat çekiyordu.
Evet, Müslümanlar Allah'ın Kitâbına uydukları sürece asla yenilmezler; çünkü onlar, Allah'ın dinine yardım ederlerse Allah da mutlaka onlara zafer vererek yardım eder. Allah'ın Kitâbı ve Rasûlünün Sünneti olmadan İslâm dininin esasları nasıl öğrenilebilir? Yüce Allah'ın Kitâbı, Allah Rasûlünün ve kendi dilleriyle Kur’ân'ın nâzil olduğu Ashâb-ı Kirâm'ın tefsîr ettiği şekilden başka türlü bir tefsîr şekli nasıl mümkün olabilir?
Sahâbîler, Kur’ân'ı, günümüzde çocukların öğrendiği şekilde öğrenmiyorlardı. Onlar Kur’ân'ı ihtivâ ettiği anlamlarıyla birlikte öğreniyorlar, anlayamadıkları şeyleri Allah'ın Rasûlüne soruyorlar ve anlayıp öğrendikleri şeylerle hemen amel ediyorlardı.
Sahâbe, Kur’ân ve Hadîslerde anlayamadıkları yerlerde "bana göre" diyerek kendi mücerred görüşlerine ve hevâlarından kaynaklanan vehimlerine dayanarak Allah ve Rasûlüne iftira etmiyorlardı.
Nasslar üzerinde bilgisizce dillerini, fiillerini ya da kalemlerini oynatmak asla onların vasıfları değildi.
Onlar, zanna, vehme, hevâ ve heveslerine uymaktan tüm varlıklarıyla sakınmaktaydılar.
Onlar bizlere sadece Kur’ân'ın nazmını nakletmekle yetinmediler. Kur’ân'ın nazmının yanında manasını da bize naklettiler.
Sahabîler, akıl ve mantık oyunlarıyla oynayarak ve oyalanarak ömür tüketmediler. Onların döneminde felsefe ile kendileri başka vadilerde idiler. Onlar, Kur’ân ve Sünnet vadisinin saâdetli cemaati idi.
Onlar, İslâm adına öncelikle şunları kalplerine nakşettiler: İşittik ve itaat ettik, Allah ve Rasûlü en iyi bilir...
Rasûlullah'tan işittikleri karşısında "biraz düşünelim" demediler, itiraz etmediler, akıllarını öne alıp nakilleri tartışmadılar, hevâlarına uymayanları fâsid te'vîller ile iptal edip inkâr yoluna sapmadılar; Bazen akıllarının kavrayamadığı şeyler de oldu ama bunun nedeninin kendi akıllarındaki, kavrayışlarındaki ve ilimlerindeki bir zaaftan kaynaklandığını anlayacak bir olgunluğa sahip idiler. Çünkü onlar biliyorlardı ki, gayb konularını da akıl ihata edemiyor, müteşâbih konular da böyle hatta kul, Allah'ı biliyor ama bilgisiyle O'nu kuşatamıyor... İşte bütün bunlardan dolayı onlar, her durumda: "Allah ve Rasûlüne itaat ettik" dediler. Çünkü Allah ve Rasûlünün her hususta en iyi bilen olduğunu, i'tikâd olarak önceden kalplerine yerleştirmişlerdi. Bu nedenle ayrıca kalplerini mesken tutacak olan şek ve şüphelerle mücadele etmek durumunda kalmıyorlardı. Daha doğrusu kendi öz benlikleriyle çatışmadan huzur, esenlik, selâmet, birlik ve dirlik içinde Allah'a kulluk ediyorlardı.
Onlar makam, mevki, şan, şöhret, itibar, kariyer, diploma, mezuniyet, doktora, at, araba, yazlık, kışlık, as, eş, iş için değil sadece Allah'a kulluk için yaşıyorlardı. Onları anlatmaktan dil de kalem de âciz kalır. Zira onlar ibâdet boyutunda insanlar idiler. İsyan boyutundaki insanların dünyalık beklentileri ile, onların dünyadan beklentileri ya da gelecek hesapları arasında dağlar kadar uzaklık ve mesafeler bulunmaktadır. Onlar tüm güzellikleri, manevî ve ahlâkî erdemleri kuşandılar, gıpta edilen bir nesil inşâ ettiler. Hem de tarihte bir benzerine rastlamak mümkün olmayan bir çağın mümessilleri olarak... Çağın adı: Mutluluk (saâdet) çağı. Bu çağ, felsefî ideolojilerle ya da ideologların fikrî tartışmaları ve yönlendirmeleri ile, çok seslilik ile inşâ edilmedi. O çağın inşâsında, temel de, duvarlar da, çatı da hatta o binanın iç ve dış dizaynının her teferruatı da vahyin yönlendirmeleri ile vücuda gelmişti. O çağın insanlarının mutluluk anlayışları, nefislerinin isteklerini tatmin etmek değildi. İlkel toplumlarda en yüce gaye kabul edilen bu davranışı onlar "ilkellik" olarak görmekteydiler. Ve onlar Allah ve Rasûlüne itaat ederek huzur ve mutluluğu elde etmişlerdi. Onların huzurlarını günah işlemek kaçırır idi. Zaman zaman günah işledikleri durumlar olursa, o günahlarının affedilmesi için bütün mesailerine tevbe ve istiğfâra teksîf edecek şekilde ihlâs timsâli kimselerdiler. O mübârek insanlar, günahlardan sakınıp kaçmayı huzursuzluktan kaçmakla bir görürlerdi. Onlar, huzuru, Allah'a teslimiyyette görmekteydiler. İşte bu erdemleri nedeniyle o güzel insanlar, Ümmet-i Muhammed için, örnek oldular. Âdeta gökteki yıldızlar gibi, kendilerini örnek alanlara ışık saçtılar. Kıymet ve faziletlerinden dolayı yüksek makamlara çıkmak istercesine yıldızların arasına karıştılar... Şu an birçok kimsenin çok uzağında kimseler hâline geldiler! "Seyyid Kutub âlim midir?" diye sorana deriz ki:
"Seyyid Kutub âlim midir?" diyene deriz ki:
"Seyyid Kutub bulunduğu câhiliyye ortamında nasıl hareket edileceğini bilerek, bütün mücâdelesini Tevhîd akîdesinin anlaşılmasına, yaşanmasına, teblîğine adamıştır. Gerçek İslâm'ın ne olduğu üzerinde titizlikle dururken, İslâm adına ortaya çıkmış olan şirk yönelişlerinin ‘İslâm’ olmadığını ortaya koymuştur. Sonra da İslâm ile câhiliyyenin asla sentez edilerek bir inanç yapısının benimsenemeyeceğini ısrârla vurgulamıştır. Fikrî ve felsefî beşer mahsûlü tüm akımların câhiliyyenin değer yargıları olduğunu belirtmiş ve o sapkın yönelişlerden sakındırmıştır. Yani felâket ânında insanları musibetlerden kurtarmanın mücâdelesini vermiştir. Deprem, yangın, sel baskını, heyelan, tsunami gibi âfetler insanları tehdit ederken bir köşeye çekilerek rahatını ve istifini bozmadan, insanlara sadece konuşarak sözüm ona yardım etme, yapay çözümler üretme iddiasında olmamıştır; bizzat taşın altına elini hatta gövdesini koymuştur. Hak davası uğrunda ihlâs ile büyük fedakârlıklar göstermiştir. Yargılanma sürecinde dahi, yazdıklarından ve yaptıklarından dolayı asla geri adım atmamış ve tâğûtlardan özür dilemeyerek, zulmün ve zâlimlerin önünde eğilmemiş, onlardan merhamet dilenmemiştir. Neticede de: “Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak; fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini fedâ etmeleri şartıyla... Fikirlerinin, kan ve canları karşılığında mânâlanması şartıyla... ‘Hak’ bildikleri şeyin ‘Hak’ olduğunu fütûr etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla...” anlamındaki sözlerini, fiiliyle de teyit etmiş ve onurlu şekilde şehâdete yürümüştür. Şehâdetinden önce bulunduğu son mahkemede son teblîğini yaparak, derdinin ölmek ya da yaşamak olmağını gösterircesine; yine insanları İslâm'a davet etmiş ve bu yolun reyhanlarla, karanfillerle, güllerle bezeli olmadığını, bu yolun sıkıntılarla ve fedakârlıklarla iç içe olduğunu söyleyerek, âdeta kendi mübârek yaşam tecrübesinin de böyle olduğunu tüm insanlara haykırmıştır, tüm dünyanın dikkatlerini bir kez daha Tevhîd davasına çekmiştir.” |
KATEGORİLER
29.03.2024Cuma
Son Yorumlar
İsmail Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Yusuf Semmak Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi Bekir Yetginbal Canım kardeşim selamualeykum GÜN Bekir Yetginbal Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini Mahmut Selamünaleykum Yusuf peygamberin Ufuk Çok güzel Şeyma Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet Doyurucu bir yorum Teşekkürler Yusuf Semmak Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha Baraa Bence çoooook güzel bir site ali İlmî Arapça Sayfası http://www ali Faydalı Bir Maksud Programı http ali Faydalı Bir Emsile Programı http Yusuf Semmak BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam Firdevs Sevgi inş güzeldit. misafir ⭐⭐⭐⭐& mustafa Abi çook teşekküür ederim Medine Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf Semmak Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg Yusuf Allah razı olsun hocam çok anlaşı Yusuf Semmak Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz, Meryem Verdiğiniz bu bilgiler için çok t Yusuf Semmak + Ayrıca Hadîs'in açıklamasında d Yusuf Semmak Güzel bir yorum. Fakat biraz açık metin hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi Rüya Çok teşekkür ederim Şule Çok teşekkürler sadullah demircioğlu abdullah bin mesud (r.a.) ‘’sakın Yusuf Semmak Bir kardeşimiz, selâmdan sonra; “ Yusuf Semmak EVET, YİNE SİGARA! Bugün piyas İbrahim sarıtaş Allahrazı olsun Muhammet **** Bizim din hocamız başınızı örtmek |