![]() القواعدُ الأساسيَّة لِلّغة العربيَّة ARAPÇA'NIN TEMEL KÂİDELERİ: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ "Şüphesiz Biz onu anlayıp düşünesiniz diye, Arapça bir Kur'ân olarak indirdik." (Yûsuf: 2) MUKADDİME: Arapça ilmi, kendi içerisinde bazı branşlara ayrılır. Bunlar Arapça ile ilgili ilimlerdir. Seyyid Ahmed Hâşimî, bu konuyu şöyle ifade eder: علومُ اللغةِ العربيّةِ عبارةٌ عن اثنى عشر علمًا "Arapça ilimleri, on iki ilimden ibarettir." Bu ilimler; nahv, sarf, arûz, kâfiye, lügat, garaz, inşâ, hatt, beyân, meânî, muhâdara, iştikâk. Bu ilimlerin aynı mânâyı ifade eden farklı isimleri de bulunmaktadır. Arapça'yı ideal seviyede yani günümüzdeki ifadesiyle üst düzey bilmek için bu ilimleri okumak, anlamak ve uygulamak gerekmektedir. Arapça'ya dair olan her ilmin bir âdâbı ve bir hedefi bulunmaktadır. Arapça'yı öğretiliş tarzına göre, dört kısma ayırabiliriz: 1) Medrese Arapçası (İlmî Arapça): Bu metot, Selçuklular ve Osmalılarda da Arapça öğretiminde takip edilen köklü bir yöntemdir. Yukarıdaki saydığımız tüm ilimler ehil olan hocalar nezaretinde okuyup bitirerek öğrenilir. Her ilim gibi, Arapça ilminin de sonu yoktur. Kişi çalışma ve azmine göre kendisini bir ömür boyu geliştirmeye devam eder. İlim talebelerinin ve âlimlerin öğrenmeleri farz olan Arapça ilmi budur. 2) Kur'ân Arapçası: Bu da, Arapça ilminin temel kurallarını öğrenip; o kâidelerden muhkem Âyetleri anlama konusunda yararlanarak yapılan bir çalışma şeklidir. Bu metotta amaç, öğrenilen her Arapça kuralını Âyetler üzerinde pratik yaparak; Âyetleri anlayıp öğrenmek için kullanmaktır. Ancak bu yöntem köklü bir öğretim olmadığı için; Kur'ân'dan çok meseleler öğrenirken, Arapça ilminde çok eksikler bulunmaktadır ve sürekli çalışmamız esnasında hocaya soracağımız sorular bulunacaktır. Zamanı olmayan ve karışık meseleleri anlamakta güçlük çekenler için bu yöntem en ideal öğretim şeklidir. Zaten Arapça'yı üst düzeyde bilenlerin bile yaptığı bir çalışma şeklidir. Çünkü Arapça'yı öğrenmenin asıl amacı, Kur'ân ve Hadîsleri anlamaktır. Bu çalışma yöntemi Hadîs Arapçası diye de isimlendirilebilir. Kur'ân ve Hadîs Arapça'sı metodunda en güzel çalışma; Medrese Arapça'sının temelini de oluşturan Emsile, Binâ, Maksûd, İzzî ve Avâmil kitaplarının okunmasından sonra Kur'ân ve Hadîsler üzerinde uygulamalara geçiş yapma yöntemidir. 3) Modern Arapça: Bu yöntem de daha çok İlâhiyat Fakülteleri, İHL'ler ve özel dershanelerde takip edilen yöntemdir. Bu yöntemde hoca, temel Arapça kaynaklarından yararlanır ve öğrendiklerini öğrencilerin anladığı bir lisanla anlatır. Bu yöntemde yazı tahtasından yararlanılır, not tutulur, özetler yapılır, çokça örneklemelerle konular anlatılır. Bir konuyu anlatırken; bir olayı anlatan metinlerden yararlanılır ve gramer kâideleri ikinci planda verilir. Kelime ve cümle ezberlerine ağırlık verilirken; gramer kuralları bu ezberlerin içine sıkıştırılarak, ders eğlenceli hale getirilir. Bu yöntemin eksiklikleri; ezberciliği teşvik etmesi ile gramer yönünden zayıf kalmaktır. 4) Pratik Arapça: Bu, en kolay Arapça öğretim/öğrenim yöntemidir. Bu öğretimde hedef, hayatın farklı alanlarında derdini anlatıp, Arapça konuşanlarla anlaşabilecek bir seviyeye gelmektir. Bu yöntemde gramer öğrenimine gerek yoktur. Hayatın herhangi bir alanında konuşulması muhtemel cümleler ve kelimeler ezberlenir ve sıkça pratik yapılır. Kişi, bu yöntemle sürekli konuşarak kendini geliştirir ve konuştuğu kişilerden de çok şeyler öğrenir. Arapça TV ve radyo dinlemenin de önemi büyüktür. İnsanların, günlük çok az kelime ve cümleyle anlaştığı gerçeğini düşündüğümüz zaman; bu Arapça'yı öğrenmenin ne kadar kolay olduğu anlaşılacaktır. Bu öğrenim tarzı, daha çok bu dili konuşan insanlarla anlaşmak için ihtiyaç olur. Yabancı dil konuşan kimselerin hatta pek çok insanın kendi ana dilini bile gramatik olarak bilmediği bir gerçektir. Bu nedenle "yabancı dil biliyorum" diyenlerin çoğu, o dili konuşup anlaşabilecek kadar bilmeyi kastetmektedir. Bu noktayı tespit ettiğimizde, pratik Arapça'nın da ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Arapça ilminin iki önemli dalları; Sarf ve Nahv'dir. SARF VE NAHİV: Bu iki ilim hakkında, Sahibu'l Maksûd şöyle demektedir: إنّ العربيّة وسيلةٌ إلى العلومِ الشّرعيّةِ "Hiç şüphesiz Arapça ilimleri, Şer'î ilimlere bir vesile (vasıta)'dır." Bu nedenle Arapça ilimleri, âlet ilimlerinden sayılır. Amaç, bu ilimler vasıtasıyla Şer'î ilimlere ulaşmaktır. SARF: İzzettin Zencânî, Tasrîf (Sarf) ilmini şöyle tanımlamıştır: "Tasrîf; lügatta 'değiştirmek' demektir. Istılâh'da ise; Kastedilen (amaçlanan) mânâları elde etmek için, aslı tek olan kelimeyi çeşitli misallere çevirmektir." نَحَا - يَنْحُو - نَحْوًا aslından gelen ve masdar olan Nahiv kelimesi lügatte, çok anlamlara gelir; en önemlileri şunlardır: a) "Kasd, Cihet" anlamında: ذهبتُ نَحْوَ الْمسجدِ "Mescid yönüne (tarafına) gittim." b) "Miktar" anlamında: عِنْدى نَحْوُ ألْفِ دِيناَرٍ "Yanımda bin dinar var." c) "Şibh, Misl" anlamında: عَلِىٌّ نَحْوُ مُحَمَّدٍ "Ali, Muhammed gibidir." d) "Çevirmek" anlamında: نَحَوْتُ بَصَرِى إلَيهِ "Bakışımı ona çevirdim." e) "Kabile" anlamında: نَظَرْتُ إلى بَنِى هاشِمٍ "Benî Hâşim (Haşimoğulları) kabilesine baktım." NAHİV: Cümledeki her kelimenin görevinin, kelimelerin son harekelerinin tesbitinin ve i'râbının bilinmesini sağlayan kâideler bütünüdür. Sarf ve Nahiv ilimleri, birbirinden ayrılmayan, bir bütünü tamamlayan iki cüz'dürler. Birini öğrenip diğerini öğrenmesek Arapça ilmi tamamlanmış olmaz. Biri et ise, diğeri kemiktir. Merâhu'l Ervâh eserinin sahibi bu hususu şöyle teşbih ediyor: اعلمْ أنّ الصَّرْفَ أمُّ الْعُلوُمِ والنَّحْوَ أبُوها "Bil ki, Sarf ilimlerin anası, Nahiv de babasıdır." Bir baba çocuklarını ıslah ettiği gibi; Nahiv de kelâmı ıslah eder. Bundan dolayı Nahv'e "ilimlerin babası" denilmiştir. Kelimesiz de kelâm olmayacağına göre; Sarf'a da "ilimlerin anası" denmiştir. Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi; Sarf, kelime bilgisi (morfoloji); Nahiv (sentaks), cümle bilgisidir. NAHİV İLMİNİN KURUCUSU: Nahiv ilminin hicri birinci asrın ikinci yarısında kurulduğu ve bu ilmin kurucusunun ise, Ebû'l Esved ed-Düelî (v. 79) olduğu kabul edilmektedir. Değişik rivâyetler bulunmakla beraber, Ebû'l Esved'in Arapça ilmiyle ilgilenmesi hususunda ilk teşvikin Hz. Ali b. Ebî Tâlib (v. 40) tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Hz. Ali, Ebû'l Esved'e Nahv'in temel ilkelerini açıklamış ve ona kelâm'ın isim, fiil ve harf olmak üzere üç kısma ayrıldığını öğretmiştir. Bir rivâyete göre; Ebû'l Esved, kendi zamanında şahid olduğu çeşitli gramer hataları karşısında Nahv ile ilgilenmenin zarûretini hissetmiş ve hemen çalışmaya koyulmuştur. Böylece 'Basriyyûn' denen 'Basra Dil Mektebi'nin temelini atmıştır. Daha sonra değişik görüş ve delillendirmelerle bu ekole tepki olarak ortaya çıkan, Ebû Ca'fer Muhammed b. Ebî Sâre er Ruâsî kuruculuğundaki 'Küfe ekolü' de faydalı çalışmalar gerçekleştirmiştir. Ebû'l Esved, bir adamın Tevbe Sûresindeki bir Âyeti yanlış okuduğunu görmüştü ve çok endişelenip, durumu Hz. Ali ile istişare etti. Hz. Ali de dil hatalarına karşı bazı tedbirler alma ihtiyacı duydu. Ve kelâm'ın isim, fiil ve harften meydana geldiğini ve diğer gramer konularını açıklayarak, Ebû'l Esved'e: "Bu yöne yönel, bu işi ele al, bu yola gir, bu minval üzere yap" anlamına gelecek şekilde أنحُ هذا النحوَ diye talimat verir. Bu talimatta geçen "nahv" kelimesinden dolayı, Arapça gramerinin adının "Nahiv" olduğu rivâyet edilmektedir. Ebû'l Esved'in şâhid olduğu, gramer hatası yapılan Âyet şudur: أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ منَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ "Allah da O'nun Rasûlü de müşriklerden uzaktır." (Tevbe: 3) Bu Âyeti bir adam, o dönemde; أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ منَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولِهِ şeklinde okumuştur. Yani وَرَسُولُهُ kelimesini وَرَسُولِهِ şeklinde okuyarak, منَ الْمُشْرِكِينَ üzerine atfetmiştir. Bu şekilde okuyuşla anlam -hâşâ- "Allah, müşriklerden ve Rasûlünden uzaktır" olmaktadır. O Âyetin doğru i'râb şekli şöyledir: Buradaki وَرَسُولُهُ kelimesi, atıf vâv'ı ile أَنَّ 'nin yerine ma'tûftur ve merfû'dur veya "Allah" lafzının mahalline merfû' olarak atfedilmiştir. Ya da وَرَسُولُهُ kelimesi, haberi mahzûf bir mübteda olur. Takdiri ise; وَرَسُولُهُ بَرِيءٌ منَ الْمُشْرِكِينَ şeklindedir. Bu kelimeyi, -el-Hasan ve başkaları- mensûb olan "Allah" lafzı üzerine atfederek وَرَسُولُهُ şeklinde mensûb olarak da okumuşlardır. Ekser-i ulemâya göre; Nahiv ilminin kurucusu kabul edilen Ebû'l Esved, tâbiînin ileri gelenlerindendir. Muhaddis, fakîh, dil âlimi ve şâirdir. Nahiv ilminin kurucusu olarak Abdurrahman b. Hürmüz (v. 117) ile Nasr b. Âsım el-Leysî (v. 90)'nin adları zikredilirse de, bunların Nahv ilmini Ebû'l Esved'den öğrendikleri bilinmektedir. Kur'ân'ın i'râbını öğrenmenin önemi: Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî aleyhisselâm: أَعْرِبُوا الْقُرْاٰنَ وَالْتَمِسُوا غَرَائِبَهُ "Kur'ân'ı i'râb ediniz, onun ğarîb lafızlarını araştırınız" buyurmuştur. [1] Hz. Ebû Bekir radıyallâhu anh: "Kur'ân'dan bir Âyet i'râb etmem (i'râbını öğrenmem), bir Âyet ezberlememden bana daha sevimlidir." [2] Hz. Ömer radıyallâhu anh: "Kur'ân'ın hıfzını öğrendiğiniz gibi, i'râbını da öğreniniz." [3] Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer radıyallâhu anhümâ: "Kur'ân'ın i'râbını öğrenmek bize, harflerini öğrenmekten daha sevimlidir." [4] İbn-i Atıyye rahımehullâh: “Kur’ân’ın i’râbı Şerîatta asıldır. Çünkü ancak bununla (i’râb ile) Şerîatın kendisi olan Kur’ân’ın anlamları doğru öğrenilebilir.” [5]
Not: Kur’ân’ın i’râbının önemi hususunda sayılamayacak kadar nakiller bulunmaktadır. NAHİV İLMİNİN GAYESİ: Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd şöyle der: "Nahiv ilmini öğrenmenin meyvesi (faydası); Arapça kelâmda dili hatadan korumak, Kur'ân-ı Kerîm'i ve Peygamberimizin Hadîslerini doğru bir şekilde anlamaktır. O Kur'ân ve Sünnet ki, İslâm Şerîatının aslı ve eksenidir." Arapça'yı öğrenmenin amacı, Allah'ın vahyini doğru bir anlayışla fehmetmektir. Arapça'yı öğrenip de Kur'ân ve Sünnetten habersiz yaşayan bir kimse, uçmayı bilip de uçmayan kuşa benzer. NAHİV İLMİNİ (ARAPÇA'YI) ÖĞRENMENİN HÜKMÜ: Kur'ân'da pek çok yerde Allah'ın Kitâbının akledilmesi, düşünülmesi, anlaşılması, sakınılması, öğüt alınması ve hidâyetine uyulması için gönderildiği bildirilmektedir. Kur'ân; Hz. Peygamberin ve tüm Peygamberlerin davetlerinin anlaşılması için kavimlerinin lisanıyla gönderildiklerini ifade eder. "Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi -kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin diliyle gönderdik." (İbrâhîm: 4) Âlimler de: "Arapça ilmini bilmedikçe, hiçbir kimsenin Allah'ın Kitabı hakkında konuşması câiz olmaz" demişlerdir. Sayısız Âyet ve Hadîs-i Şerîflerdeki Kur'ân ve Sünnetin öğrenilmesini emreden Nasslar, zımnen Arapça öğrenmeye de birer teşviktirler. Selef ve bizden önceki Müslümanlar da bunu böyle anlamışlar ve Arapça öğrenimine azami gayret göstermişlerdir. Ayrıca Peygamberimizin Sünneti de, bunu te’yîd etmektedir. Bedir esirlerinden okuma yazma bilen müşriklerden fidye vermeye güç yetiremeyenler, on Müslüman okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakılmıştır. Usûlde de genel bir kâide vardır: مَا لاَ يَتِمُّ الْوَاجِبُ إلاَّ بِهِ فَهُوَ وَاجِبٌ "Vâcibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vâciptir (farzdır)." Bu kâideyi, kısaca şöyle açıklayabiliriz: Kur'ân'ı anlamak farzdır; Kur'ân'ın anlaşılmasının kendisiyle sağlandığı, tamamlandığı Arapça ilmini öğrenmek de vâcip yani farz olur. Bu kâide, Hadîs inkârcılarının da aleyhine bir delildir. Yani, Din'in kendisiyle tamamlandığı Hadîsler de bağlayıcıdır. Bu çok önemli meselede birkaç cümle söylemeden geçmeyelim. Allah, elçisine dinin parçası olarak Kur'ân dışında da vahiy göndermiştir. Bu Hadîslerin sonradan bozulduğunu iddia etmek, Allah'ı âcizlikle itham etmek demektir. Ya da Hadîslerin bağlayıcı olmadığını savunmak Allah'ın el-Hakîm sıfatına bir iftiradır. Çünkü O'nu abesle iştigal edici olarak görmektir bu iddia. Bu ifrât fikirlerden Allah'a sığınıyoruz! Asıl konumuza dönersek; Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Arapçanın hükmü konusunda şöyle diyor: "Arapça'yı (Nahv'i) öğrenmek, farz-ı kifâyedir. Bazen de farz-ı ayn olur." Şöyle ki; âlimlerin ve Arapça'yı bilenlerin bulunmadığı bir yerde Arapça'yı öğrenmek Müslümanlara farz-ı ayn'dır. İçlerinden en az bir kişi Arapça öğreninceye kadar o beldedeki herkes günahkâr sayılır. Bu, bütün âlimlerin görüşüdür. Hatta belki de genel bir yaklaşımla şunu söylemek mümkündür. Ümmetin tamamına farz-ı kifâye olan ilimlerin en hayırlısı Arapça öğrenmektir. Fakat bu meselenin izâfî ve bulunulan şartlarla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini de gözden uzak tutmamak gerekir. Bazen belki de tıp ilmini öğrenmek farz-ı kifâye ilimlerin en hayırlısı ya da en gereklisi olur. Bazen fiziği, bazen matematiği ya da bazen mimariyi... Dediğimiz gibi biz, genel bir yaklaşım ortaya koyduk. Kaynaklar: [1] İ'râbu'l Kur'ân'il Kerîm min Muğni'l Lebîb, Eymen Abdürrezzâk eş-Şevvâ, Dâru İbn Kesir, Beyrût, S:16; Tefsîru’l Kurtubî, Dâru’l Kütübi’l Mısriyye, 1/23, 27; Tefsîru’l Kur’âni’l azîm, İbn-i Kesîr, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, 1/96; İsnâdı zayıftır. [2] İ'râbu'l Kur'ân'il Kerîm min Muğni'l Lebîb, S:16 [3] A.g.e [4] A.g.e [5] el-Muharraru’l Vecîz, İbn-i Atıyye, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, 1/40; Tefsîru’l Kurtubî, Dâru’l Kütübi’l Mısriyye, 1/24 Başarılar. |
KATEGORİLER
02.10.2025Perşembe
Son Yorumlar
misafir Nice Yusuf Semmak 🔸 Rabbimiz, yolunu kaybed Yusuf Semmak Kadr Gecesi sebebiyle duâ ediyoru Yusuf Semmak Rabbimiz kalan ömrümüzü geçen ömr Yusuf Semmak ☝️ "Tâğûta ibâdet et Yusuf Semmak ✍ Sıla-i rahmin ömrü ve rız Yusuf Semmak BUNLAR HİÇ EŞİT OLUR MU?! 1- " Yusuf Semmak Arkadaşlar, videoyu paylaşalım! Yusuf Semmak Bu konuda üç Âyet-i Kerîme zikred misafir Thankks forr sharing your thought Oğuzhan Admin çok teşekkürler. İsmail Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Yusuf Semmak Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi Bekir Yetginbal Canım kardeşim selamualeykum GÜN Bekir Yetginbal Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini Mahmut Selamünaleykum Yusuf peygamberin Ufuk Çok güzel Şeyma Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet Doyurucu bir yorum Teşekkürler Yusuf Semmak Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha Baraa Bence çoooook güzel bir site ali İlmî Arapça Sayfası http://www ali Faydalı Bir Maksud Programı http ali Faydalı Bir Emsile Programı http Yusuf Semmak BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam Firdevs Sevgi inş güzeldit. misafir ⭐⭐⭐⭐& mustafa Abi çook teşekküür ederim Medine Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf Semmak Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg Yusuf Allah razı olsun hocam çok anlaşı Yusuf Semmak Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz, |